Borsada uzun vadeli yatırım yapmak, şirketlerin büyüme potansiyelini ve ülkenin ekonomik gelişimini değerlendirmeyi gerektirir. Şirketlerin büyümesi, doğru fiyatlama stratejileri ve ülkenin potansiyeli, yatırımın getirisini doğrudan etkileyen faktörler arasındadır. Yatırımcılar, çeşitlendirme ve zamanlama stratejileriyle risklerini azaltabilirken, endeks performansı ve BIST şirketlerinin büyüme oranları da uzun vadeli yatırımlar için önemli göstergeler sunar. Bu yazıda, uzun vadeli yatırımın püf noktalarını ve başarılı bir yatırım stratejisi oluşturmanın yollarını keşfedeceğiz.
Borsada uzun vadeli yatırım yaparken dikkat edilecek en önemli husus ya da başarıyı belirleyen en önemli etken şirketlerin karlılıklarının devam etmesidir. Eğer şirketler kar etmeye devam ediyorsa bu karları iki şekilde kullanabilirler, birincisi hissedarlarına nakit kar payı dağıtımı, ikincisi ise sermayelerini güçlendirmek.
Borsada yatırım yaparken gelen önemli eleştirilerden biri olan “Enflasyonun olduğu ortamda yatırım mı yapılırmış, borsada kazançların %20'yi geçmesi gerekir.” fikrine katılmıyoruz, çünkü eğer bir ülkede enflasyon varsa ürün ve hizmet fiyatları artıyordur. Ekonomi normal giderken bir anda enflasyon yükseldiğinde, faizler yükseldiğinde finansal borçları nedeniyle şirkete negatif etki yapabilir ya da ekonomik daralma olursa yine şirketler kötü etkilenir.
Biz bu kötü etkileri göz ardı etmiyoruz, fakat uzun vadede eğer bir şirket varlığını sürdürecekse, satışlarını artırmaya devam edecekse en azından satışları sabit kalacaksa o şirkete enflasyon negatif tesir etmez. Çünkü fiyatlarını zaten artırıyordur, ama bir vadeli mevduat, hazine bonosu veya tahvil düşünelim, ciddi bir devalüasyonda tahvil yatırımcıları ellerindeki paranın değerini kaybederler. Eğer Türk Lirası cinsinden yatırım yapıyorlarsa borsada böyle bir riski yoktur. Borsada şirketlerin aktivitesindeki yavaşlama ve kar zarar marjlarında oynamanın riski vardır.
Borsada uzun vadeli yatırım yapıyorsak ve çeşitlendirilmiş bir portföye sahipsek, yani 10’un üstünde farklı şirkete sahipsek, ülkenin genel gidişatı bizim uzun vadeli performansımızı belirleyecektir.
Eğer ülke ekonomik daralmaya gidiyorsa kalıcı bir resesyon yaşıyorsa 10 yıl, 20 yıl boyunca toplayamıyorsa bizim de zarar etmemiz söz konusu olabilir, fakat diğer yandan ülke büyümeye devam ediyorsa bu ancak şirketlerin büyümeye devam etmesiyle mümkündür ve Türkiye gibi birçok gelişen ülkenin yıllardır %4-5 ortalama ile büyüdüğünü görüyoruz. Bu da Türkiye'deki şirketlerin de aynı hızda büyüdüğünü gösteriyor. Büyüyen bir şirket eğer çok pahalı bir çarpanla satın alınmadıysa o şirket ile zarar etmeyiz.
Peki Türkiye'nin gelecekteki potansiyeli nedir diye kendimize sorduğumuzda bakacağınız birkaç tane temel ana gösterge var. Bunlardan en önemlisi nüfus yapısı. Eğer bir ülkede çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfusa oranı artıyorsa bu büyümeyi en önemli destekleyen unsurlardan biridir. Örneğin, 18 yaşından küçük insanlar da ya da 60 yaşından büyük insanlar da ekonomik aktiviteye katkı sağlayamaz.
Eğer bu genç nüfusun oranı ya da yaşlı nüfusun oranı toplam nüfusa kıyasla fazlaysa bu ekonomide negatif bir etki yaratır. Çünkü bu insanlar bakılmaya muhtaçtır. Geçmişte Türkiye'de genç nüfus çok fazlaydı, yani 0-18 yaş aralığı. Şimdi de az olduğu söylenemez. Sonuçta bu insanlar bakıma muhtaç olduğu için ve onlara bakmak için bazılarının çalışması gerektiği için bu da ekonomik açıdan çok verimli bir durum arz etmiyordu. Fakat giderek bu gençler çalışma çağına geldi.
Özellikle, 1982 yılında Türkiye'de en çok doğumun olduğu yıl ile birlikte çocuk sayısında inanılmaz bir artış yaşandı. Bugünlerde ise artık gençlerimiz çalışma çağına geliyor ve 2040 yılına kadar, yani gelecek 20 yılda, çalışma çağındaki nüfus sürekli artacak. 2040'tan sonra da tersi bir durum olmaya başlayacak ve 60 yaşından büyüklerin toplam nüfusa oranı artacak. Şu anda avrupa’nın yaşadığı sorunu 2040 yılında Türkiye de yaşamaya başlayacak. Sadece nüfus göstergesine baktığımızda nüfus göstergesi Türkiye'deki büyümeyi 2040 yılına kadar destekliyor.
Eğitime baktığımızda gerçekten bir ülkenin ekonomik büyümesindeki en önemli etkenlerden biri eğitim seviyesidir. Eğer eğitim seviyesi yükseliyorsa bu ülkedeki ekonomik aktiviteyi destekleyen bir unsurdur. Türkiye'de mevcut durumda zaten eğitim seviyesi düşük, kişi başı milli gelir düşük, yani daha kötüye gitmesi zor.
Eğitim seviyesini artırabilirsek çok daha verimli olabiliriz. Örneğin, şu anda Türk borsasındaki bütün şirketler Avrupa'daki ortalama bir teknoloji şirketinin piyasa değerini ancak ulaşabiliyorsa bu bizim verimliliğimizin düşük olmasından kaynaklanıyor. Gelecek 10 yılda, 20 yılda eğitimde bir şeyleri düzeltme şansımız olursa bu da bize büyüme potansiyeli sunacaktır. Bu durumu şuna benzetebiliriz, bir sınava giriyoruz 100 üzerinden 15 alıyoruz, gelişmiş ülke 100 üzerinden 95 alıyor. 95 alan bir ülkenin daha yukarılara gitmesi zor ama 15 olan bir ülke ufak değişimler yapsa büyümeye dönüyor.
Bunu 1930'dan sonra Rusya da tarımdan sanayiye geçişte gördük. 1990'dan sonra Çin'de gördük tarımdan sanayiye geçişte çok hızlı düğmeler katedildi. Türkiye'de de aslında son 60 yıldır, 80 yıldır neredeyse %5 hızla büyümemiz nüfus yapımız kadar eğitimdeki iyileşmelerden de kaynaklanıyor.
Borsada başarıyı belirleyen en önemli etkenlerden biri de fiyatlamadır. Şöyle düşünelim 10.000 TL kirası olan bir ev var ve biz bunu 500.000 TL’ye aldık. Aylık kirası 10.000 TL'ye olduğu için neredeyse 4 yılda kendini çıkarıyor ve zarar etme riskimiz oldukça düşük. Yeter ki kiracı bulmaya devam edelim ve aynı kira tutarını koruyabilirim. Ama bir de şöyle düşünün 1.000 TL kirası olan bir evi 500.000 TL’ye aldınız ve ancak 40 yılda kendini çıkarıyor. Bu durumda eğer fiyatlamalar değişirse bu 40 yıllık çarpan 10 yıla inerse muhtemelen bu eve verdiğimiz fiyatı gelecek 20-30 yılda bile çıkaramama riskimiz olabilir. Yani 20 yıl sonra eğer bu ev 10 çarpan işlem görürse biz de şöyle deriz, 20 yıl önce şu fiyata almıştım ama halen daha şurada, ben hala zarardayım. Onun için alırken kazanmak ve yüksek çarpanlarla girmemek uzun vade yatırımda çok önemlidir.
Tabii zamanlama yapmak ve doğru hisseleri seçmek çok zor. En güvendiğiniz ve gelecekte parlayacağını düşündüğümüz şirketler bile ilerideki gelişmeler ve haberler doğrultusunda negatif etkilenebilir ve geleceği bilmediğiniz için bunu öngörmemiz çok zor. Yine zamanlama olarak ekonomi topladı deriz, artık düşüşe geçebilir deriz ve sonra bir bakarız ralli inanılmaz hızlı devam ediyor. Kötü bir gelişme oldu deriz, artık daha kötüsü olmaz deriz ama yine kötü haberler gelmeye devam edebilir ve hiç beklemediğimiz yere gidebilir. Onun için hem şirket bazında hem de zamanlama bazında yaygınlaştırmak ve çeşitlendirme yapmak bize ciddi bir avantaj sağlayacaktır.
Portföyümüzde en az 10 şirket ve en az 5 sektör bulundurursak riskleri minimize ederiz. Örneğin, 2008 finansal krizi bankacılığı çok derinden sarstı. Deutsche Bank gibi, Citibank gibi Dünya'nın en güçlü bankaları bayağı kötü duruma geldi. 2007'ye baktığımızda aslında bankacılık o zamanın altın sektörüydü. 2008'de durum bir anda değişti ve burada bankacılığa yoğun yatırım yapanlar ciddi zarar ettiler. Fakat çeşitlendirilmiş bir portföy yapsaydık bankacılıktaki zararı diğer sektörler ile telafi edebilecektik.
Yine zamanlama olarak her ay düzenli alım yaparsak endeks ciddi düşüşe geçerse yeni alımlar yapma fırsatımız olacaktır ve maliyetimiz düşecektir. Eğer biz alım yaptıktan sonra endeks yükseldiyse zaten kardayızdır. O yüzden çok da pişman olmayız. Kısaca çeşitlendirme ve zamana yayma oldukça etkin risk yönetim stratejidir.
Borsada yatırım yapmaya başlamadan önce ilk bakmamız gereken şey; “Herhangi bir ülkenin borsasında 10 yıl veya 20 yıl yatırım yapmış olan insanların hala daha zararda olma riski nedir? Öncelikle Türkiye’de 80’lerde, 90'larda borsa performansı çok iyi olduğu için genelde pozitif bir performans görüyoruz. Amerika'da da oldukça pozitif bir performans vardı. Fakat o dönemde Japonya ilgimizi çekiyor, çünkü 1980'lerden sonra 15-20 yıl Japon Borsası toplanamadı. Bu da diğer ülkelerde yaşananlara bakmak gelecekte bizim de başımıza gelip gelmeyeceğini anlamamız ve diğer ülkelerde yaşanan düşük performansın sebebini anlamamız için çok önemlidir. Onun için bu başlıkta farklı ülkelerin borsa endekslerinin uzun vadeli performanslarını size sunacağız.
Yukarıdaki grafik, 1985'ten günümüze İngiltere'nin başlıca 100 şirketini dahil eden endeksi gösteriyor. Özellikle 1985-1999 arası çok güzel bir ralli görüyoruz. Endeks 14 yıllık dönemde 9 kat gibi çok ciddi bir getiri sunmuş. Fakat daha sonrasında 2000'de bir kriz görüyoruz. Endeks 2003 yılına kadar 5.000 Sterlin'e kadar düşmüş ve ciddi bir kayıp yaşanmış. Ardından 2008'de yine bir kriz görüyoruz. Yine orada da ciddi bir kayıp var. 2018’de birazcık toparlamış, ama beklenen güzel bir getiri sunmamış. 2018 yılında 7.500 Sterlin civarında seyretmiş.
Bu grafiğe baktığımızda en kötü noktada yatırmaya başladığımızı varsayalım. 1999'da başladık endeks o zaman 7.000 Sterlin. Biz yatırmaya başladıktan sonraki 1-2 yıl içinde endeks 4.000 Sterlin’e kadar düştü. Biz tabii alımla devam ediyoruz, çünkü alımları zamana yayıyorduk. 6.000, 5.000 ve 4.000’de alımlar yaptık. Sonra birazcık yükselmeye başladı, hala devam ediyoruz ve son 20 yılda biz İngiliz borsasında yatırım yapmış olsaydık muhtemelen ortama maliyetimiz 5.500 Sterlin civarında olacaktı. Bu grafiğe baktığımızda 2018 yılında fiyatı 7.500 Sterlin. Çok yüksek bir getiri yok, ama pozitifte. Ayrıca, İngiliz borsasında yatırım yapsaydık, bunun da üstünde temettü getirisi, yani yıllık yaklaşık %4-5 gibi bir getiri, sağlanmış olacaktı.
Yukarıdaki grafik Alman endeksidir. Burada da yine benzer bir tablo var. Hem 1999-2000'de hem de 2008’de bir şok yaşanıyor. Ama burada daha bir sert düşüş olmuş, 3.000'e kadar düşüyor. Zamana yayılmış bir portföyün burada da pozitif bir sonuç elde ettiğini görüyoruz. Herhalde ortalama maliyet 5.000 Euro civarında olurdu ve 2013 yıllarında 7.700 Euro'ya ulaşmış. Bir de bunun üstüne kar payı da var.
Olumsuz bir örnek olması açısından yukarıdaki İtalya örneğine bakabiliriz. Burada da yine son 23 yıllık bir tablo var. 2000 yılında İtalya'daki endeks bir şok yaşamış. 2008'de ikinci çok sert bir şok yaşamış. Tabi bu şokların temel sebebi İtalya'daki bankacılık sektörünün iflasıdır. Takipteki kredi oranları %20'ye kadar çıktı. Aslında genel olarak ekonomi küçülmüyor, hatta pozitif birazcık büyüdüğünü de söyleyebiliriz. Fakat bankalar %90-95 oranında değer kaybettiği için İtalya'daki endeks darmadağın oldu.
Yine de İtalya'da başarılı firmalar var, örneğin FIAT firması son 10 yıldır, 20 yıldır yükselen bir trendde oldukça güzel getirirler sundu. Burada şunu görüyoruz, sektör bazlı yürürsek riskimiz daha çok artıyor. Çarpanlar yüksek, yani girdiysek yine riskimiz var, bir de eğer ülke ekonomisinde kalıcı bir bozulma varsa bizim de muhtemelen uzun vadede zarara uğrama riskimiz var.
Yukarıdaki Japonya endeksi 1989'da inanılmaz bir tavan yapıyor. Hatta o dönem Japonya'daki hisselerin piyasa değeri Amerika'dakileri bile geçiyor. Yıllık karlarına kıyasla 40-50 kat inanılmaz pahalı çok yüksek çarpanlarla işlem görmeye başlıyorlar. Çünkü Japonya'nın çok yüksek bir büyüme hızına ulaşıp bunu sürdüreceği tahmin ediliyor. Fakat gerçeğe baktığımızda nüfus yapısı bunu desteklemiyor. Çünkü o dönemlerde bile Japonya artık yaşlanmaya başlamış ve %5-7'lik bir büyüme hızını kaldırması zor.
Zaten gelişmiş bir ülke, biraz normale gelince ciddi bir değer kaybı yaşanıyor ve 20 yıldır, 30 yıldır Japonya'da borsada yatırım yapmaya devam edenler para kazanamamış oluyor. Japonya'da yatırımda kaybedilmesinin en önemli nedeni çarpanların fiyat kazanç oranının (F/K) çok yüksekken yatırım yapılmış olmasıdır.
Yukardaki grafik Amerikan endeksinin yine son 30-40 yıllık performansını gösteriyor. Genel olarak yukarı bir trend var. 1929'da ağır bir şok yaşanmış, 2000'de bir şok var, 2008'de bir şok var. Ama genel olarak Amerika hep fiyatlama olarak yukarı gitmeyi başarmış bir endeks ve uzun vadede yatırımcılarına kazandırmış.
Türk borsasına geldiğimizde, 1986'da Borsa İstanbul kuruldu ve 1999'a kadar çok ciddi bir ralli görüyoruz. Ardından hem deprem yaşandı hem de 2001'de finansal kriz yaşandı. Çifte kriz nedeniyle borsa ciddi bir düşüş yaşadı. 1986'da borsa 100 iken enflasyona kıyasla 1999'da 800'e ulaşıyor, yani tam 8 katına çıkıyor. Daha sonra 800'den tekrar 250'ye kadar düşüyor, yani %75’e varan bir düşüşten bahsediyoruz.
Eğer zamana yayarak alım yaptıysak 1999 gibi bir tepe noktada başlamış olsak bile ortalama maliyetimiz 400-500 civarında olurdu. Çünkü 1999, 2000 ve 2001'de çok daha düşük rakamlardan alım yapabilirdik ya da 2008'de düşük rakamlardan alım yapardık, ama 2013 gibi farklı yıllarda da yüksek rakamlardan alım yapmış olurduk.
Sonuç olarak Borsa İstanbul için son 20 yıl çok da iyi geçmedi. Çünkü çarpanlar ciddi anlamda düştü. 1999'da pahalı bir borsaydık, çünkü hem fiyat/kar oranımız hem piyasa değeri/defter değeri oranlarımız çok yüksekti. Günümüzde ise bu iki oran da çok düşük ve ucuz bir borsayız, risklerin fiyatlandığı bir borsayız. O yüzden yine 1986'dan günümüze baktığımızda fena bir getiri yok. Fakat 1999'dan günümüze baktığımızda çok iyi bir resim görmüyoruz.
Buradan çıkardığımız en önemli bir ders şu ki; borsa tavan yaptı, fiyatlamalar şişti ve dikkatli olmalıyız. Borsaya bir ralli’de veya ralli'nin sonunda girmek kadar kötü bir şey yoktur.
Son 20 yılda borsa ile getirinin çok da iyi olmadığını gördük. Son 10 yılda da bu kötü performans devam ediyor. Borsadaki şirketler yerinde sayarken reel olarak enflasyondan arındırılmış olarak, acaba şirket de enflasyona karşı büyümüş mü?
Bu soruyu cevaplamak için 2008-2018 yılları arasında önde gelen şirketleri, örneğin İşbank, Akbank, Garanti, Anadolu Hayat ve İş Finansal, kıyasladığımızda alanlarındaki en büyük Türk şirketleridir. Bu şirketler son 10 yılda yıllık ortalama enflasyonun %6,5 üstünde büyümüş. Öz kaynakları ve defter değerleri olarak holdinglere baktığımızda Koç, Enka ve Anadolu grubunu alsaydık yaklaşık %10 büyümüşlerdi, yani yıllık ortalama enflasyonu %10 geçmiş büyümeleri.
Diğer sanayi şirketlerinin satışlarındaki büyümeye baktımızda, finans şirketlerinde defter değeri daha ön plandadır. Sanayi şirketlerinde ise satışlar ön plandadır, çünkü öz kaynakları çok da sağlıklı göstermeyebilir. Sanayi şirketlerinde de hem daha yüksek kar payı dağıttıkları halde %10'a varank kar payı dağıtırlar. Ortalamada yıllık reel büyümelerii %6 olmuş ve yine pozitif bir değer söz konusu.
Türk ekonomisi büyürken Türk şirketleri de büyümüş, ama fiyatları artmamış. Bizim için önemli olan fiyatın artmasından ziyade uzun vadeli yatırım yapıyorsan satışların artmasıdır. Defter değerinin artması ve karının artması daha önemlidir, çünkü oyunun sonunda fiyatı kar belirler ve oyunun sonundaki fiyata bakarız. Aradaki düşüşler bizi çok etkilemez. Yeter ki seçtiğimiz şirket sağlıklı olsun, kar etmeye devam etsin büyüsün ve gelecekte de bu konu hakkında bir soru işareti olmasın. Eğer bütün bu şartlar sağlanıyorsa fiyatın düşmesi bizim için yalnızca bir balon fırsatıdır.
Kısaca özetlemek gerekirse borsada uzun vade yatırım yaptık ve kesin kazanacağız diye bir durum yok. Eğer çok pahalıyken almışsak ya da biz aldıktan sonra ülke ekonomisi kalıcı olarak bozulduysa zararlı çıkma riskimiz de vardır. Fakat şunu unutmamak gerekiyor, eğer bilgi seviyemiz düşükse, piyasadaki en iyilerden değilsek, tam zamanlı olarak bu işi yapamıyorsak kısa vadede şansınız çok daha az olacaktır. Çünkü değerinin kaybolacağını düşündüğümüz şirketlere yatırım yapıyoruz ve bir yandan da para kazanmaya çalışıyoruz. Bunu yapabilmemiz için başkalarının para kaybetmesi gerekiyor. Başkalarının para kaybetmesi ve bizim kazanmamız için de onlardan daha iyi olmalıyız. Tabii piyasa şartlarını düşündüğümüzde 5 milyon lirası, 50 milyon lirası veya 100 milyon lira olan çok iyi, nitelikli ve tam zamanlı bu işle uğraşan insanlar var. Onları geçmemiz gerçekten çok zor. O yüzden eğer haftada 40 saat borsaya ayıramıyorsak ve paramız az ise uzun vadeli yatırımın daha mantıklı olduğunu düşünüyoruz. Tabii uzun vadelinin belirli riskleri var ve bu riskleri de portföyümüzde altın ve döviz gibi enstrümanlar tutarak hedge* edebiliriz.
*Yatırım riskine karşı korunmak amacıyla finansal pazarlardaki araçları etkin ve doğru bir biçimde kullanarak olası ters fiyat hareketlerine karşı yatırımcının yatırımını güvenceye almasıdır.